Tanrı’ya doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmaya ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum.
Din: İnsanın, kaderini bağlı gördüğü üstün bir güç veya ilkeye inancı; bu inancın sonucu olan ve bir yaşama kuralı yaratabilecek zihnî ve ahlâkî tutum.[1]
İslâma göre din; akıl sahibi şuurlu insanları kendi irade ve arzuları ile hak ve gerçeğe, mutlak hayır ve saadete götüren, insanlara saadet yollarını gösteren ve peygamberlerin vahiy ve ilhamına dayanan ilahî bir kanundur. İslama göre dinin en önemli özelliklerinden biri ilahî vahye dayanmasıdır. Dinin gerçek kurucusu Allah’tır. Peygamberler kendilerine Allah tarafından çeşitli şekillerde bildirilen dinî hükümleri yaymakla görevlidirler. Yüzyıllar boyunca vahye dayanan bazı dinler kurulmuş, ama bunlar zamanla esas gayelerinden saptırılmış, insanlar tarafından ilâhî hükümleri bozulmuş, değişikliklere uğratılmış olduğundan Allah son din olarak İslâm dinini göndermiş ve bunu “Allah katında hak din İslâm dinidir”(Al-i İmran,19) ayetiyle belirtmiştir.[1]
Dinin kaynağı nedir?
Din insanın yaratıldığı günden beri vardır.
İslâma göre din sonradan ortaya konmamıştır. Din, insanın yaradılışında bulunan bir duygudur. Din duygusunun kaynağı insanda doğuştan bulunan akl-ı selimdir(sağduyu). Allah ayrıca yeryüzünde kendi varlığın gösteren deliller de yaratmıştır. İnsan bu delillere bakarak kendinin bir yaratıcısı olduğu sonucuna varır ve Allah’ı bulur. Örnek olarak İbrahim peygamberin bir çocukken tabiata bakarak Allah’ı tanıması dır. İnsanlarda mevcut olan din duygusunu peygamberler geliştirirler. İslam şeriatına göre bir kimse kendisine bir peygamber tarafından bildirilmese bile Allah’ı tanımaya mecburdur. Fakat dinin diğer hükümlerini bilemeyeceği, iyi ve kötü şeyleri ayırt edemeyeceği için bunları anlatacak peygamberler gönderilir. İslama göre ilk din, Allah’ın birliği esasına dayanan bir tevhid dinidir. Yeryüzünde gönderilen ilk peygamber de Hz Âdem’dir. Âdem peygamber kendi neslinden gelen insanlara kendisine Allah tarafından bildirilenleri öğretilmiştir. Fakat zamanla insanlar çoğalınca birçok sapma ortaya çıkmış ve Allah’ın birliği esası kaybolarak batıl dinler doğmuştur. Zaman zaman yine Allah peygamberler göndererek insanlara doğru yolu göstermiştir. Kur’ana göre Allah her ümmete bir peygamber göndermeden azap etmez.
Din Ne İşe Yarar?
İnsanoğlu yaratılış ve varoluş sebebini sorgular. Ben kimim? Beni kim yarattı? Bu dünyada ne için varım? Bu sorular çoğu zaman aklımızı kurcalar. Din bu sorularımıza cevap verir.
-Şüphe yok ki kâinatı yaratan, onu başlangıçta koyduğu bir tekâmül çizgisi üzerinde geliştiren, belli bir hedefe doğru yürüten Cenâb-ı Hak’tır. Kâinatın bir parçasını ve yaratılmışların en şereflisini teşkil eden insanın da elbette bir yaratılış gayesi ve bir tekâmül çizgisi vardır. Kur’ân Kerim’de bu yaratılış gayesi Allah’a kulluk olarak belirtilmiştir. Kulluk, aklın Allah’ı tanıması, bilmesi ve iradenin O’na yönelip bağlanmasıyla gerçekleşir. İnsanın tekâmül hedefi, dosdoğru yol olarak vasıflandırılan hak dinin kılavuzluğuyla Allah’a ulaşmak, kurtuluşa ermektir.[2]
Ölüm bir son mudur? Öyle bir an gelir ki ölümü düşünür ve sonrasını merak ederiz.
-Şüphe yok ki inançsızlık, insan için büyük bir felakettir. Böyle bir kimse, madde âleminin kendisini tehdit eden olayları karşısında dayanak noktasını kaybetmiş demektir. Sonsuz hayata, ahiret hayatına inanmadığı için bütün gayreti, dünyanın geçici zevklerini yaşamak olacak, bunları elde etmek için ise hiçbir ölçü tanımayacaktır. Bir gün, dünyanın bu geçici zevklerinden ayrılacağını ve yok olup gideceğini düşündükçe, tedirginliği artacak ve huzuru kaçacaktır. Bir insan için bundan daha büyük bir felaket düşünülebilir mi? Hâlbuki din, ölüm ötesinde daha mutlu ve sonsuz bir hayatı müjdelemekte ve ona ulaşmanın yollarını göstererek insana huzur ve güven vermektedir.[3]
Din bir yaşam şekli esasen ihtiyaçtır. İnsan yeme içme barınma vs. temel maddi ihtiyaçları olduğu gibi ruhi yönden de manevi ihtiyaçları vardır. Bunları gidermek ruhunu huzura kavuşturmak hayatı anlamlandırmak için bir Yaratıcıya ihtiyaç duyar.
-İnsan ruh ve beden olmak üzere iki yönü vardır. Bunlar, nitelik itibariyle birbirinden ayrı iseler de öyle bir bütünlük içindedirler ki ruh olmadan beden bir işe yaramayacağı gibi, bedensiz ruhun da bir anlamı yoktur. Aynı zamanda her ikisinin pek çok arzu ve istekleri vardır. İnsan, ne bedenî, ne de ruhi ihtiyaç ve arzularını ihmal edemez. Bu bakımdan insan beden itibariyle yaşamak için her şeyden önce gıdaya ve tehlikelerden korunmak için de barınacak bir yere ne kadar muhtaç ise ruhi yönden de manevi bir kuvvete o kadar muhtaçtır. İnsan madde âleminde böyle bir dayanak bulamayacağı gibi aklı da onun bu ihtiyacını karşılamak için yeterli değildir. İnsanın önemli bir yönünü oluşturan, ruhun isteklerini yerine getirecek ve üzüntülerini giderecek olan şey, onun Allah’a ve sonsuz bir hayata inanmasıdır. Fani olmayacak ve sonu gelmeyecek olan bir hayata yönelmeyen ruhta gerçek mutluluk yok demektir. Bu da ancak Allah’a ve ebedi bir hayata inanmakla elde edilir.[3]
İnsan gücünün üstünde ilahi bir güce ihtiyaç duyar.
-İnsan hayatı bir mücadeleden ibarettir. İnsan bu mücadelede bazen başarılı olamaz. Maddi bütün sebeplere başvurduğu halde önüne çıkan engelleri aşamaz. Böyle bir durumla karşılaşan insan, kendi kuvvet ve gücünün üstünde daha büyük bir kuvvetin varlığına inanmayacak olursa bunalıma düşer, hayatına bile kıyar. Fakat sonsuz güç ve kuvvet sahibi yüce bir yaratıcıya inanmış olan kimse ise karşılaştığı engeller ve güçlükler karşısında ümidini yitirmeyerek, ilahi kudretin büyüklüğünü ve ümitsizliğe düşmeyenlere daima yardım edeceğini düşünerek O’na sığınır, kendini kaybetmez.[3]
Ahlak üstünlüğü din duygusuyla gelişir.
-İnsan ruh yönünden yükselip olgunlaşması yaratılışının bir gereğidir. Bu, ancak yüksek ahlakla elde edilir. Ahlak üstünlüğü ise din duygusu ile gelişir. İnsan, Allah sevgisinden ve din duygusundan yoksun olduğu an, pek çok insani özelliklerini kaybetmiş olur. Allah’a inanmayan ve sorumluluk duygusu taşımayan bir kimsede ahlaki üstünlüğün bulunmayacağı tabiidir. Çünkü üstün ahlakın kaynağı dindir.[3]
Din toplumu düzenleyen kurallar bütünüdür.
-Fert olarak din, insana ne kadar gerekli ise toplum açısından da o kadar gereklidir. İnsanlar toplu hâlde yaşarlar. Bu, onların yaratılışında var olan bir özelliktir. Hiç kimsenin yalnız başına maddi ihtiyaçlarını karşılamaya gücü yetmez. Bir arada yaşamak durumunda olan insanların, birbirlerine karşı birtakım hak ve görevleri vardır. Toplumların devamı, fertlerinin birbirlerine karşı olan bu görevlerini yerine getirmeleriyle mümkündür. Bir insanın, başkalarının haklarına karşı saygılı olması, görev ile hakkın mukaddes olduğuna inanmasına bağlıdır. Çünkü insan, çoğu kez aşırı arzularının etkisinde kalarak kişisel çıkarlarından başka bir şey düşünemez. Bunun için insanı, başkalarına karşı olan görevlerini yerine getirmeye ve onların haklarına saygılı olmaya mecbur edecek bir etkene ihtiyaç vardır, o da dindir. Binaenaleyh, toplu halde yaşamak mecburiyetinde olan insanların, birbirlerine karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlayan ahlak kurallarına uymaları kaçınılmazdır. Toplumu oluşturan fertler arasında sağlam bir birlik bağı meydana getirecek yegâne esas da ahlak üstünlüğüdür. Bir toplumun bütün fertleri güzel ahlaka sahip olursa birbirlerine karşı saygılı davranır, böylece, fertleri arasında birlik ve bütünlük sağlanmış, toplum mutluluğa kavuşmuş olur. Bu itibarla, toplum hayatı açısından bu kadar önemli olan ahlak için, sağlam bir temele, iyi ile kötüyü ayırt edecek gerçek bir ölçüye ihtiyaç vardı. İşte o da dindir.[3]
Kaynakça
[1] Meydan Larousse
[2] Topaloğlu, B. , Yavuz, Y. Ş. ve Çelebi İ.(2018), İslam’da İman Esasları, DİB Yayınları
[3] Şentürk, L. ve Yazıcı, S. (2020), İslam İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.